Bu da Geçer Ya Hu
Sultan Mahmut bir gün tüm vezirlerini toplayıp, bana bir yüzük yaptırın ve üzerine öyle birşey yazdırın ki ona her baktığımda; hüzünlüysem neşeleneyim, neşeliysem hüzünleneyim diye buyurmuş…
Vezirler ve ulema toplanmış dört bir yana haber salmışlar. Sonunda bir gün bir yüzükle sultanın karşısına çıkmışlar. Sultan Mahmut "tamam işte bu” demiş… Yüzüğün üzerinde ; "Bu da geçer ya hu” yazıyormuş.
Yaşamda "hiç bir şeyin kalıcı olmadığını anlatan” harika deyişin en yaygın kullanışı, Balkan savaşları sırasında olmuş. Osmanlı tebaası savaşta yenilmenin acısıyla evlerine, dükkanlarına "bu da geçer ya hu” yazdırıp asıyorlarmış.
‘Bu da geçer Ya Hû’ sözünün aslı bundan bin küsur sene önceye, Bizans dönemine uzanır. Bizanslılar, fena bir işe uğradıkları zaman ‘Bu da geçer’ mânâsına gelen ‘k’afto ta perasi’ demektedirler.
Sözcük; Selçuklular zamanında İran taraflarına geçer; ama Farsçalaşıp ‘in niz beguzered’ olur; Osmanlılar devrinde Türkçe söylenip ‘bu da geçer’ yapılır. Derken, tekkelerde ve dergâhlarda da benimsenir ve sonuna ‘Ya Allah’ mânâsına gelen bir ‘Ya Hû’ ilave edilip ‘Bu da geçer Ya Hû’ haline gelir.
(Kûfi, Küfi veya Kufi: Arap yazısının düz ve köşeli çizgilerle yazılan eski bir biçimi veya İslamiyetin ilk yüzyıllarında "Nebati Alfabesi"nin değişmesiyle oluşan; dik, sert, köşeli bir yazı olarak tanımlanır. Arapça sanatında yaygın olarak kullanılan bir yazı türüdür.)